Premiumcuyuz - Ücretsiz Premium Hesaplar

Tam Versiyon: İit Bağımsız Daimi İnsan Hakları Komisyonu Toplantısı
Şu anda arşiv modunu görüntülemektesiniz. Tam versiyonu görüntülemek için buraya tıklayınız.
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Suriye'de kaçırılan Türk kameraman Cüneyt Ünal'ın görüntülerinin yayınlanmasıyla ilgili olarak, bu görüntülerden sonra Ünal'ın sağlığından birinci derecede Suriye devletinin sorumlu olduğunu bildirdi.

Davutoğlu ve İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) Genel Sekreteri Ekmeleddin İhsanoğlu Ankara Palas'ta düzenlenen İİT Bağımsız Daimi İnsan Hakları Komisyonu toplantısının ardından basın toplantısı düzenledi.

Basın mensuplarının sorularını yanıtlayan Davutoğlu, bir gazetecinin Suriye sınırındaki şehirlerde kendi imkanları ile kalan Suriyelilerin başka illere gönderileceği yönündeki haberlerle ilgili sorusu üzerine, sınırlarda gittikçe artan sayıda Suriyelilerin biriktiğini belirtti.

Sınır vilayetlerindeki bütün vatandaşlara ve mülki amirlere gösterdikleri çaba için teşekkür eden Davutoğlu, sözlerine şöyle devam etti:

"Sayıların artmasıyla ortaya çıkabilecek sosyal problemler konusunda da tedbirler alınması gayet normaldir. Pasaportsuz girişlerin olması durumunda, pasaportsuz giriş yapanların kamplarda misafir edilmeleri Birleşmiş Milletler mülteciler sisteminin de bir gereğidir. Pasaportla girenler ki, Türkiye ile Suriye arasında vize şartı olmaması dolayısıyla girenlerin de ikamet süreleri ile ilgili belirli düzenlemelerin yapılması, bu da doğaldır.

Bunlar kısa süreli turistik ziyaret için gelmiyorlar. Dolayısıyla bu çerçevede alınan bazı tedbirler olabilir. Her vilayetin kendi özel şartları içinde, İçişleri Bakanlığımızla koordineli bir şekilde AFAD ve diğer bütün kurumlarımızla bunların değerlendirmeleri yapılıyor. Ama bu hiçbir zaman Suriyeli kardeşlerimize, mültecilere dönük herhangi bir tutum değişikliği anlamına gelmez. İnşallah en kısa zamanda onlar da huzur bulurlar, alilelerine dönerler, buradaki misafirlik sürelerini güzel bir hatıra olarak, Türk halkına duydukları minnet ifadesi olarak hayatları boyu saklarlar. Ailelerine kendi yurtlarına, evlerine dönerler. Bizim nihai hedefimiz budur. Kalıcı ve uzun süreli ikamet değil, kısa süreli bir tedbirden bahsediyoruz."

-CHP'lilerin Apaydın kampına gitmek istemesi-

Bir gazetecinin, Apaydın Kampı'na bazı Chp üyelerinin gitmek istediğini ancak valilikten izin alamadıklarını belirtmesi üzerine Davutoğlu, kampların idaresinde şu ana kadar hep uluslararası standartlara uygun bir yöntemi, usulü yürütmeye çalıştıklarını söyledi.

Türkiye'ye gelen sivillerle askerlerin misafir edilmesi konusunda mülteci hukuku bağlamında ayrı uygulamalar olduğuna işaret eden Davutoğlu, şunları kaydetti:

"Tabii gelenlerin kabulü noktasında misafir edilen sığınmacıların da olurunun alınması gerekiyor. Bu herhangi bir şekilde bu uygulamanın şeffaf olmadığı, denetime açık olmadığı ve gözlemlenemeyeceği anlamına gelmez. Ama takdir edilmesi gerekir ki, özellikle bu güvenlik unsurları olarak Türkiye'ye sığınmış olanların özel bir şekilde muameleye tabii tutulmuş olmaları gayet normaldir.

Milletvekillerimize, mülki amirlerimiz tarafından, sivillerin kaldığı kamplara gidilmek istenirse her türlü kolaylığın sağlanacağı da ifade edilmiştir, benim bildiğim kadarıyla. Kamplarımız bu anlamda şeffaftır. Uluslararası basın da gidip ziyaret ediyor, uluslararası devlet adamları da, dolayısıyla milletvekillerimiz de ziyaret edebilir.

Güvenlik gerekçeleri dolayısıyla, özellikle hassasiyet içeren ve kendi güvenliklerinden kaygı duyulan kişilerin bulunduğu özel kamplarda belli uygulamaların, kuralların, disiplinin olması da doğaldır. Bu da Birleşmiş Milletler normlarına uygun da bir tutumdur."

-İİT'den destek-

İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) Genel Sekreteri Ekmeleddin İhsanoğlu, Suriyelilere yönelik yardım faaliyetleri hakkında verdiği bilgide, İİT'nin konuyla yakından ilgilendiğini ve Bm ile birlikte tespit heyeti içerisinde yer aldığını söyledi.

İİT'nin uygulamalarda da aktif bir şekilde çalıştığını ifade eden İhsanoğlu,

"Türkiye ve Ürdün sınırındaki kamplarla ilgili olarak sahra hastaneleri ve mobil klinikleri gönderme hususunda bir çalışma içerisindeyiz. Bunları yakın zamanda gerçekleştirmeyi hedefliyoruz" dedi.

İhsanoğlu, mülteci sayısının artmasıyla kendilerinin de üzerlerine düşen katkıyı yapacaklarını bildirdi.

-Kaçırılan kameraman Ünal-

Bir gazetecinin Suriye'de kaçırılan Türk kameraman Cüneyt Ünal'ın görüntülerinin yayınlandığını hatırlatarak, bu konudaki görüşlerini sorması üzerine Davutoğlu, Ünal'la iletişimin koptuğu andan itibaren konuyla yakından ilgilendiklerini ve kendisinin ailesiyle de görüştüğünü söyledi.

Ünal'ın sıhhatiyle ilgili önce üzücü bir haber aldıklarını ifade eden Davutoğlu, şöyle devam etti:

"Sağ ve salim olduklarının biz daha önce haberini almıştık ama, görüntüler dolayısıyla bizzat da görmüş olmaktan memnuniyet duyuyoruz. Elhamdülillah ki sağlar ve sıhhati iyi. Ancak görüntülere baktığınızda açık bir şekilde fark edeceğiniz gibi, dikte edilmiş bir açıklama yapılıyor.

Bu daha önce de ortaya konan bir senaryo. Hatırlarsınız, daha önce iki gazeteci kardeşimiz kaçırıldığında da uzun süre bunların Türk istihbaratınını elemanları olduğu iddia edildi. Birçok başka misyonlarla orada bulundukları. Halbuki gazetecilik görevlerini yapıyorlardı ve geri döndükten sonra da gazetecilik görevlerine devam eden kardeşlerimizdi bunlar."

Basın toplantısını takip eden kameramanlara da geçmiş olsun diyen Davutoğlu, kameramanların medyanın emekleri az görünen emekçileri olduğunu söyledi.

Davutoğlu, "Böyle bir görevi ifa etmek için Suriye'ye gitmiş olan ve daha önceki görevi itibarıyla dünyanın değişik yerlerinde hep gazetecilik yapmış olan, dünyanın değişik yerlerinde, bir kameramanın bir anda silahlı militan haline dönüşebileceği ihtimali var mı-" dedi.

Suriye rejiminin yaklaşımındaki sıkıntının da burada olduğuna işaret eden Davutoğlu, şunları kaydetti:

"Kameramanı terörist ilan eder, muhalefeti terörist ilan eder. Onun için rejimin bu zulmüne ses çıkaran herkes, ya teröristtir, ya İsrail ajanıdır, ya da başka birşeydir. Dolayısıyla bu iddiaları hiçbir şekilde ciddiye almıyoruz. Ama şunu ciddiye alıyoruz: Bu görüntülerden sonra o gazeteci, kameraman arkadaşımızın sağlığından birinci derecede o Suriye devleti sorumludur. Uluslararası medya kuruluşlarına da buradan çağrıda bulunuyorum ve Türkiye'deki medya kuruluşlarına da, hala Suriye rejimini mazur göstermeye çalışan köşe yazarlarına da buradan sesleniyorum. Eğer gazetecilik etiğine, ahlakına, gazetecilik kimliğine saygınız varsa, hep beraber Cüneyt kardeşimizin kurtulması için çaba sarf edin.

Burada siyasi görüş ayrılıkları biter. Suriye ile ilgili farklı yaklaşımlar biter. Eğer basın özgürlüğünden yana isek. Öncelikle Suriye devletinin bu gazeteci kardeşimizin sağ salim Türkiye'ye dönmesi konusunda sorumluluğu vardır. Bunun için de Türkiye her türlü çabayı göstermeye kararlıdır."

-"Büyük görüş ayrılıkları olduğu kanaatinde değilim"-

Bir gazetecinin, bazı kesimlerin Suriye'den gelenlerin Türkiye tarafından misafir edilmesini eleştirdiklerini belirterek, bu konudaki görüşünü sorması üzerine Davutoğlu, "Bunun ben Türkiye'deki 75 milyonun vicdani aynasında, mahşeri vicdanında karşılığı olduğu kanaatinde değilim. Biz daha önce benzeri tecrübeler yaşadık" dedi.

Bulgaristan'da soydaşlara, Irak'ta Kürtlere, Bosna'da Boşnaklara zulmedildiğinde Türkiye'nin onlara kucak açtığını anımsatan Davutoğlu, şunları kaydetti:

"Bunu söyleyenlere şimdi sormak istiyorum. 80 bin insan kapımıza geldiğinde, ki bunlar tecavüzden kaçan kadınlar, babası öldürülen çocuklar, ailesinden haber alamadığı için apar topar buraya gelen yaşlıların da aralarında bulunduğu insanlar. Bu 80 bin insanı sınırın önünde tutup içeri almayıp, hava bombardımanına, keskin nişancılara hedef olmalarına rıza mı gösterseydik. Bu konuların halkımız tarafından, halkımızın derin basireti, vicdanı tarafından gayet sıhhatli bir şekilde değerlendirildiği kanaatindeyim. Sizin söylediğiniz kadar büyük görüş ayrılıkları olduğu kanaatinde değilim.

Genellikle görüş ayrılıklarını bu şekilde gündeme getirenler halktan da uzak, yaşanan insanlık dramından da uzak köşelerinde ahkam kesenlerdi. Onlara öncelikle gidin, benim gördüğüm gibi, Sayın Başbakanımız da gittiğinde bizzat müşahede ettiği gibi, insani yardım kuruluşlarının bizzat müşahede ettiği gibi, o kamplardaki kadınlarla, çocuklarla konuşun, ondan sonra, 'bize ne' ifadesini kullanın.

Bu bölgede olan hiçbir şeye biz 'bize ne' demeyiz. Hele insanlık dramı varsa kalbimizi, gönlümüzü açarız. Suriye'dekine de 'bize ne' demeyiz. Dünyanın herhangi bir bölgesinde ve ülkesinde olacak insan hakları ihlaline de 'bize ne' demeyiz."