Premiumcuyuz - Ücretsiz Premium Hesaplar

Tam Versiyon: Kutlu Doğum Haftası
Şu anda arşiv modunu görüntülemektesiniz. Tam versiyonu görüntülemek için buraya tıklayınız.
KUTLU DOĞUM

Tarih boyunca Orta Asya’dan Avrupa içlerine kadar uzanmış Türk-İslam kültüründe İLKBAHAR’ın birçok özelliği vardır. Sayısız güzellikleri içinde taşır.
İLKBAHAR, (yeni gün) olarak bilinen “NEVRUZ” ateşinin yakıldığı mevsimdir.
İLKBAHAR, bastığı yerlerin yeşillendiğine inandığımız Hızır (as.) la, İlyas (as)’ın buluştuğu “HIDRELLEZ” mevsimidir.
İLKBAHAR, sıcaklığın önce havaya, sonra toprağa sonra da suya düştüğü “CEMRE” mevsimidir.
İLKBAHAR, nakış nakış dokunmuş şu kainat kitabının ilk sayfasında yazılı olan Besmele’sidir, Fatiha’sıdır.
İKBAHAR, bitkilerin sultanı “GÜL” hayvanların sultanı “BÜLBÜL” ile insanların sultanı “Hz. MUHAMMMED (sav.)” in buluştuğu bir mevsimdir.
Yine muhtemeldir ki; İLKBAHAR, kainatın yaratılıp faaliyete geçtiği ilk gün, ilk mevsimdir. Zira, “Sen olmasaydın habibim alemleri yaratmazdım “diyen yaratıcı ilk güne, ilk mevsime neden onun doğduğu gün ile, mevsim ile başlamasın ki?
İLKBAHAR, kitapların ifadesine göre 300 bin çeşit bitkinin ve bir o kadar da hayvanın canlandığı “DİRİLİŞ” mevsimidir. Sadece bir baharda Hz. Adem’den bu zamana kadar gelmiş ve geçmiş insanların sayısından daha fazla canlının yaratıldığı mevsimdir.
İLKBAHAR toplu iğnenin başı kadar küçük bir incir çekirdeği, sonbaharda yağan yağmur, kışın yağan karlarla çamurlara karıştığı, oradan oraya sürüklendiği halde, “Ben buradayım” diye başını kaldırıyor filizini çıkarıyorsa; bu muhteşem donanımdaki insan hiç kalkmamak üzere yatar kalır mı diye tefekkür, tezekkür ve teşekkürün yapıldığı bir mevsimdir. Haşir sabahında insanlar tıpkı şu çiçek, şu tohum, şu çekirdekler gibi dirilecekler, ELHAMDÜLİLLAH.
İşte tam da yine bu mevsimde O, imdadımıza yetişti, 20 Nisanda O doğdu. O, Ahmet, Mahmud, Muhammet Mustafa (sav) kainatı şereflendirdi. Varlıklar alemini yaratan, O’nu ilk defa İLKBAHAR kapısından bu dünya sarayına misafir etti.
Onun içindir ki İLKBAHAR kapısının önündeki teşrifatçılar muazzezdir, müberradır, mübarektir. Bunlar, İLKBAHAR’da gelen canlılardır. Dünya sarayının davetçileridir.
Onun içindir ki İLKBAHAR da güller, kan renkli dudaklarını bu mevsimi teşrif etmiş, aziz misafirin nurdan ellerini öpmek için uzatırlar.
Onun içindir ki İLKBAHAR da laleler, renk cümbüşü, kristalden ebr-i ihsan ve rahmet dolu, kevser dolu kadehlerini şu gökkubbeye doğru kaldırırlar.
Onun içindir ki İLKBAHAR da çiçekler, menekşeler, ebrularını, kelebekler, rengarenk beneklerini, tohumlar, çekirdekler, filizlerini şu dünya sarayının sergi salonunda ziyaretçilerin beğenisine sunarlar. Bu bolluk ve varlık bayramında, bu şenlik mevsiminde, O’na izzeti ikram olsun diye sunarlar.
Arılar onun tatlı sözlerine teşbih olsun diye bin bir türlü çiçekten bûs ederek aldıkları polenleri, ballandıra ballandıra peteklerine bırakırlar.
Çeşmeler, pınarlar yüzyıllar boyu O’nun için aktı aktı, ırmak oldu.
O sevgilinin milyonlar aşıklarından birisi koca şair Fuzûli’nin su kasidesinde terennüm ettiği gibi; “Sular yüzyıllardan beri ona kavuşma arzusuyla başını taştan taşa vurarak akar” deniz olurlar.
Denizler onun paha biçilmez kıymeti bilinsin diye güzelliğine “Dürr-ü yektâ” denilsin diye incilerini bu İLKBAHAR da telaşla hazırlarlar.
İpek böcekleri canları pahasına onun yumuşaklığı, onun naifliğine misal olsun diye ipeklerini dokurlar.
Bülbüller tam da O’nun doğduğu bu günlerde O’ndan ayrılığın, O’na hasretin hicranlı nağmelerini bestelerler.
O öyle bir Zat ki;
Öncekilerin ve sonrakilerin efendisi
İnsanlığın güneşi
Allah’ın “habibim sen olmasaydın alemleri yaratmazdım” dediği Makam-ı Mahmud sahibi (yegane şerefimiz) Rasulüssakaleyn (insanların ve cinlerin peygamberi) Eşref-i mahlûkat (varlıkların en şereflisi) Hâtemül Enbiya (peygamberlerin sonuncusu) İmam-ül harameyn (Mekke mihrabının, Medine minberinin imam-hatibi) Böyle bir mevsimde,veda hutbesinde insanlığa seslenerek ; “Ey Allah’ın kulları, kardeş olunuz” diyen efendiler efendisi Hz. Muhammed (sav), yine imdadımıza yetişti.
Bu haftanın gündemi olması nedeni ile insanlık adına O’ndan bir mesajı bulunduğumuz mekandaki bir dosta fısıldayalım. Emniyet, güven, dostluk, muhabbet, sevgi, saygı, hoşgörü, cömertlik, özveri gibi huzur iklimin meyvelerinden bol bol dağıtalım. Çünkü ailede, mahallede, şehirde, Türkiye’de ve dünyada huzur isteyenler oturdukları masadaki huzuru temin ettikleri takdirde bunu istemeye hakları vardır.
O büyük mürşidimiz Hz. Mevlana Mesnevisinde; “Gül mevsimi geçip de gül bahçesi harap olunca, gül kokusunu nereden koklayabiliriz? Gül suyundan…” buyuruyor. Efendimizin yaşadığı zaman kesitine “Asr-ı saadet” diyoruz, ki insanlığın İLKBAHAR idi. Gül bahçesiydi. O bahçeyi göremedik. Güllerini koklayamadık. Ne yapalım, o gül mevsimi geçti gitti. Rüyalarımızın uğrağı oldu. Bahtiyarlar onu ancak rüyalarında kokluyorlar. Biz de O’nu anarak, birkaç söz sarfederek, şu gül suyuyla o gül bahçesini koklamak istedik.
Ama biliyoruz ki O gittikten sonra mevsimler sonbahar oldu. Hazan mevsimi girdi. Çiçekler soldu. Aylar hep Muharrem, mekanlar hep Kerbela oldu.
Şimdilerde O’nun ümmeti araba parkı yüzünden kavga ediyor.
O’nun ümmeti sudan bahanelerle birbirini öldürüyor.
O’nun ümmeti otobüste, tramvayda, kaldırımda, caddede artık Allah’ın selamını veremez, alamaz oldu.
O’nun ümmeti çıkarı adına, dünyalık adına, kibarlaştıkça kibarlaştı, inceldikçe inceldi, ama yaratıcısına karşı ne kadar da kabalaştı ?
O’nun ümmeti her işe “Neden-niçin” diyor. Güya aklını kullanıyor. Ama şu tabiatın, doğanın, kainatın her yıl ölüp ölüp dirilmesinden ibret alamıyor.
Ya Rasulallah sen bize ahiretten önce şu dünyada şefaat et. İmdadımıza yetiş ne olur!
Şu vücut tabiatımızda nevruz ateşini yandır.
Şu vücut tabiatımızda Hızır (a.s.)’ ın bastığı yerler gibi yeşillikler olsun. O yeşillikler arasından geçen patikalarla kalplerimizi birbirine bağla.
Ya Rasulallah şu vücut tabiatımıza, şu katılaşmış hissiz kalplerimize, cemrenin ılıklığını, sıcaklığını, dirilişini düşür, düşür de gerçek İLKBAHAR gelsin.
NE OLURSUN!